Bismillahhirrahmanirrahim

MÜCEVHER MAHZENİ

Mücevher, Arapça kökenli bir kelime olup, süs eşyası manasına gelmektedir. Ziynet anlamına da karşılık gelen bu kelimeyi sık sık kullanırız. Ancak mana cihetine dalınca, dünyadaki süslerden ibaret kalmamalı düşüncesi ile uzun süre baş başa kaldık.

Mücevherat denilince zihinde ilk canlanan ; kıymetli taşlar oluyor, lakin düşündükçe, derinleştikçe misaller artıyordu. Bizlerin en kıymetli mücevheri bir taştan, bir taş manasından ibaret kalmamalıydı.

Mana aleminde de anlamlı olmak şartıyla; üzerimizde, halimizde, dilimizde taşıyacağımız; farkı alemleri ifade eden, güzel pencerelerden bakmaya sebebiyet veren mücevherlerimiz olmalıydı.

On sekiz bin alemde yaratılan parıltıların ışığını, madde aleminde yansıtan mücevherlerin sadece göz duyusundaki zevki ile alakalı olmamalı. Yahut sadece bununla sınırlı kalmamalı. Hikmeti birden bine uzanan mücevheratın birincisiydi, Bismillahirrahmanirrahim.

Besmele-i Şerifimiz olan Bismillahirrahmanirrahim’deki eşsiz parıltılar, perde açıldıkça zuhur ediyordu. Görünüşte tek bir kavram, tek bir mana gibi görünse de tefekkür eyledikçe içindeki Allah lafzı, Rahman lafzı, Rahim lafzı bize birer birer, binler mücevherat kapılarını gösterip içine çekip, buyur edip eşsiz güzellikleri nazenin bir biçimde ikram ediyordu.

Nasıl ki mücevherat dediğimizde bütün kıymetli taşları kapsayan bir terim oluyor; kapsayıcılık özelliğini rikkatle okuyana gösteriyor. Bismillahirrahmanirrahim’de içinde milyonlarca saklı bulunan cevherleri barındırıyor.

İçindeki o muhteşem cevherler; ihtiyaca binaen dönüşüp, ihtiyaçları cevaplayıp bir ilk yardım ekibi gibi çalışıyor.

Kimine kuvvet, kimine hikmet, kimine fikret oluyor.

Şöyle ki, hepimizin bir mücevherat sandığı vardır. Hatta bu zamanda biraz ileri gidip neredeyse kıymetli süs eşyalarımızın bulunduğu sandıkçalar bir dükkana dönüşebilecek nitelikte olabilmektedir.

İşte, biz bu mücevherat dükkanını, mücevherat-ı maneviye dükkanına dönüştürebilirsek baki inciler, elmaslar hatta pırlantalar kazanabiliriz.

Zira bir saatlik güzel bir durum, binlerce güzel saatlere dönüşebiliyor. Fani, yitip gidebilecek bir durumu hoş bir tefekküre dönüştürdüğümüzde bakiye inkılab edebiliyor.

Bazı vakitler evimizdeki bu sandıkçaları açıp içindeki ziynetleri temaşa ederiz.

Hatta temaşa ettikten sonra ziynetlerimizin renkleri, ışıltıları mütemadiyen hayranlık hissiyatı oluşturur ve bu hoş eserleri üzerimizde görmekten kıvanç duyarız. Çünkü insan fıtratı gereği güzel olana daimi bir meyil taşır. Ünsiyet kurar.

Mücevheratlar bedende taşındıkça nasıl ki mutluluk tarifi haline geliyor. İşte ruhun da mutluluk tarifinin içindeki mücevheratlardan en kıymetlisi ve birincisini ve kalbi noktası Bismillahirrahmanirrahimdir.

Eşsiz mücevherat olan Bismillahhirrahmanirrahim’i manevi azalarımıza ve duygularımıza giydirip, çıkarmamalıyız.

Fani olarak görüntülenen her ne var ise alemimizde, Besmele-i Şerif ile bakiye inkılab edip meyvelenmesini sağlamak için çalışmalıyız.

Görüntülerin değiştiği, kavramların asıl ruhlarını, asıl manalarını meydana çıkartmakta zorlanıldığı bu zamanda, Bismillahirrahmanirrahim olan müthiş mücevheri üzerimizden mütemadiyen çıkarmamalıyız.

Kalbimize kulak kesilip nasıl Allah namına attığı işittiriliyorsa, biz de bu olayın idrakine varıp dışarıdan tasdik edip Besmele-i Şerif’e sarılıp bu mutluluğa dünya da ukba da ortak olmalıyız.

Hülasa : Mücevher ile Besmele-i Şerif arasındaki benzerliğin, benzetmenin sebebine gelirsek ; bizler de fıtraten ziynetlere, elmaslara, pırlantalara daimi bir hayranlık söz konusudur. Hayranlık beslenen bu eserleri üzerimizde görmekten, taşımaktan ayrı bir lezzet almaktayız. Bu lezzet mücevherlerin farkını, değerini anladıkça artmakta sonsuzluğa doğru gitmektedir. Lakin sonu olan bir alemde, zayi olup gidecek mücevherleri taşımak çok fazla lezzet vermeyebilir. İnsan haz aldığı bütün eserlerde bir sahiplik, aitlik ister. Mutlu son değil mutlu sonsuzluk ister.

Lakin mücevher kelimesi sadece ve sadece dünyalık bir mana ile sınırlı kalmayıp, bu alemde mana ciheti ile hangi mücevherler peyda olmuşsa seyretmek, fikreylemek sahip olmak gerektir.

Ziynet veyahut mücevherat bir manadan bir taştan ibaret olmamalı. Sadece elde, bilekte gözüktüğü kadarı ile iftihar tablosu oluşturmamalı. Mücevherat öyle bir mana ile öyle bir başlangıç ile alemimize dahil olmalı ki, onu madden ve manen naif, latif bir şekilde taşımalı.

Dilden ve gönülden düşürmeden daima başa taç misali takmalı.

Manevi mücevherler görmek isteyene parlar, ışıldar dururmuş. Bana bak beni gör, beni seyret beni oku dermiş. Ve her ayetin başında mahzen oluşturup işareti ile yeniden, yenilenerek parıldayarak kendini gösterirmiş. Hiç okunmamış yahut okunduğundan da bambaşka manalar ile karşımıza çıkmış. Bir ayette kurtarıcı, bir ayette şefkatkarane, bir ayette külli durumları kolaylaştırırken bir başka ayette cüzi durumları kotarır. Bir mana aleminde sığınılacak sonsuz bir rahmet çeşmesi olurken, diğer bir alemde görülmemiş tadılmamış nimetlerin sonsuzluğa namzet oluşunu anlatır.

İşte mücevherat alemi. Dünya aleminde zayi olup, fani aldanışların fani oyuncaklarından ibaret ve ibret iken…

Mana aleminde dilden, gönülden düşmemesi gereken, kullandıkça parlayan, çoğalan, tükenmeyen, bakiye dönen bir sermaye bir ziynet…

Said Nursi Hz.nin okuyuşu ile sesleniyoruz; “Şimdi rüzgârlara bak! Şimdi, bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara! Şimdi, yerdeki bütün taşların ve cevâhirlerin ve madenlerin envaına bak.

Şimdi, çiçeklere, meyvelere bak.

Şimdi, kuşlara bak. Şimdi, bulutlara bak.

Şimdi göğe bak, gök içinde hadsiz ecrâmdan yalnız kamere dikkat et.” der.

Dikkat etmek, edebilmek, güzel görmek ve güzel okumak duası ile.

Neslişah Aktaş